Çağımız insanlığının pek çok problemle yüz yüze olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Sosyal, kültürel, siyasî, ekonomik, ahlaki vb. gibi alanlarda kendini hissettiren çağın problemleri, şu veya bu şekilde bizim toplumumuzu da etkisi altına almış durumdadır. Bu türlü çözüme kavuşturulamayan problemler, adeta kangrenleşmiş, neredeyse telafisi imkânsız boyutlara ulaşmıştır. En kötüsü de, insanlığı ciddi anlamda tehdit etme düzeyine ulaşmış olan bu hastalığa bir türlü çözüm bulunamamış olmasıdır. Yanlış tedaviden yola çıkılarak yapılan tedavi denemeleri de, ne yazık ki, hastalığı iyileştirmek şöyle dursun, daha da artırmış ve müzmin hale getirmiştir. Peki, bu kötü gidişin sonu nereye varacak? Bu gidişe kim, ne zaman dur diyecek? Üzülerek ifade etmeliyiz ki, insanlığı bu tehlikeli gidişten kurtaracak elle tutulur bir gayret ve teşebbüsün varlığından söz etmemiz oldukça zordur. Hâlbuki böylesine olumsuz bir manzara karşısında, sorumluluk duygusuna sahip her insanın oturup düşünmesi ve bu hastalığa çareler araması artık bir zaruret halini almıştır. Çağımız insanının bunca sıkıntı ve problemle yüzyüze kalmasının temelinde yatan en büyük sebeplerden birisi de, insanların alabildiğine dünyevîleşmesi, hayatın her alanına dünyevî çıkarları oturtması, öbür hayatı görmezlikten gelmesi, kısacası dünya-ahiret dengesini, dünya lehine bozmuş olmasıdır. Durum böyle olunca, maddî çıkar duygusu, doyumu olmayan bir kazanma ve müsrifçe tüketim hırsı, benmerkezcilik ve başkasının hakkına saygısızlık anlayışı hayata hâkim olmuştur. Bunun tabii sonucu olarak, insanlar yaratılış gayelerini ve aslî vazifelerini unutmuş, dünyanın ve maddenin esareti altına girmiş, sonu gelmez arzu ve ihtirasların kıskacında sıkışıp kalmıştır. Bugün insanların en önemli problemlerinden biri de, büyük bir ruhî bunalım, yalnızlık duygusu, sevgi mahrumiyeti ve manevî boşluk içine sürüklenmiş olmalarıdır. Bu durumun tabii bir sonucu olarak, toplumda ahlâkî değerler kaybedilmiş, alkolizm, uyuşturucu alışkanlığı almış yürümüş, psikolojik rahatsızlıklar ve intiharlar hayli artmış, kısacası insanlar büyük bir yalnızlık, sahipsizlik ve manevî bunalımla başbaşa kalmışlardır. Bizim insanlığımızı, gerekse bütün insanlığı, ictimaî, iktisadî, ahlâkî bunca problemden kurtaracak olan şey genelde ruh olgunluğunun insanlarda hâkim kılınmasıdır. Bu güne kadar üretilmeye çalışılan çözüm yolları, insana hep midesinden ve salt aklından yaklaşmış, onun ruhunu ve kalbini görmezlikten gelmiştir. İnsanları ıslah etmenin öncelikle ruh ve gönül cephesinden başlamakla mümkün olacağı, nedense pek düşünülmemiştir. Meseleye bu açıdan bakıldığında, çağın problemlerinin çözüme kavuşturulmasında bu hayat anlayışının ne derece aktif rol oynayacağını görmek hiç de zor olmayacaktır.
Editör: Haber Merkezi