Geçtiğimiz günlerde bir film vizyona girdi.  “Murat Göğebakan: Kalbim Yaralı” …
Senaristliğini Sezgin Irmak ve Lütfi Albayrak’ın, yönetmenliğini Ali Ayyıldız’ın yaptığı film 2014 yılında hayatını kaybeden Anadolu Rock türünün önemli isimlerinden Murat Göğebakan’ın yaşam öyküsünü konu ediniyor. 
1968 yılında Adana’da doğan sanatçının doğuştan bedensel bir rahatsızlığı mevcut ve bu durum filmde en dikkat çeken ayrıntılardan birisi. Filmden anlaşıldığı üzere çocukluk döneminde ailesi esnaflık yapıyor. Sanatçının müziğe olan ilgisi de tam bu noktada başlıyor. 
Dükkân komşuları olan ve müzik enstrümanları yapıp satan bir derin abi var ve derinliği ile hemen anlıyor sanatçının içerisindeki cevheri… 
Ama sanatçının babasının bu durumdan pek hoş olmadığını ekleyelim. “Yüreğin seni buraya getiren” diyor derin abi.
O dönem Göğebakan’ın teyzesinin ölümü ve kardeşi Bülent’in kamyon tarafından ezilmesi hadiseleri peş peşe geliyor. Kardeşinin ölümünden kendisinin sorumlu tutulması da eklenince sanatçı müziğe küsüyor. Sorumlu tutulması dediğime bakmayın bir çocuk birkaç yaş daha küçük başka bir çocuğun sorumluluğundan ne kadar sorumlu ise o kadar sorumluluk işte… Bu noktada olayları kenardan izleyen hisli bir karakter devreye giriyor. Sanatçının teyzesinin kızı Gül… 
Gül sanatçıya gitar hediye ediyor tekrardan onu yüreklendiriyor ve yeni bir sürece giriliyor. Derken aradan yıllar geçiyor ve sanatçı büyüyor, konservatuarı bitiriyor, çeşitli yerlerde sahne alıyor. Sonra ne mi oluyor? Benim bu yazıya arabesk hayatlar deme sebebim olan karakterle, teyze kızı gülle evleniyor, oğlu Bülent doğuyor. Buraya kadar olağan olan her şey sanatçının dönemin müzik yapımcısı Hilmi Topaloğlu ile tanışmasıyla birlikte başka yöne evrilmeye başlıyor. Artık şöhret basamaklarını tırmanmaya başlayan sanatçı, hayatında bir şeyleri değiştirmeye başlaması gerektiğini düşünerek, değişikliklere eşi Gül’den başlamayı tercih ediyor.  Gül ve Bülent için arabesk bir hayat başlarken, diğer tarafta yeni bir yıldız doğuyor. 
Filmin sonuna doğru ne gerek vardı şöhret olmaya Murat abi diye içimizden geçirsek de hayat işte… Sanatçının sonraki eşi olacak olan, menajeri Selma ile tanışmasıyla birlikte başka bir serüven başlıyor. Ta ki “Kanseri yendim, ihaneti yenemedim” sürecine kadar. Ay Yüzlüm, Kalbim Yaralı, Vurgunum… Şarkılarını belki binlerce kez dinlediğimiz adam Murat Göğebakan…
Herkesin bir yaşam öyküsü var elbet. Sanatçının yaşam öyküsü kime ne ifade eder, kim ne düşünür bilemem. Onu izleyicinin takdirine bırakıyorum. Ancak hani bir şarkı sözü var ya “bu hikâyede yanan ben oldum” diye. 
Bu hikâyenin yananı da bana göre sanatçının ilk eşi Gül olmuş. Gül karakterinin filme etkisiz eleman gibi gösterilmesi dikkatimi çeken konulardan birisi. Hatta bu kadar da olmaz dediğim sahneler oldu. Göğebakan’ın hastane süreci ve bu süreçteki Selma’nın tutumunun anlatıldığı sahneler tamamen fiyasko olmakla birlikte filmi genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim. 
Buna ilave olarak Göğebakan’ı canlandıran Burak Sevinç’in oyunculuğu o kadar başarılıydı ki, bir an bu adam Murat Göğebakan’dan daha çok Murat Göğebakan demeden edemedim. Kendi sesini kullanmış olmasına rağmen sanatçının sesinden ayırt etmek güç olmuş.
Son dönemlerde biyografi türünde filmlere sinemada oldukça sık rastlamaya başladık. Türk sinemasına Murat Göğebakan’ın biyografisi de böylelikle eklenmiş oldu. 
E konu birazda arabesk olunca bizim toplumda karşılığı bol. Okuduğum yorumlara göre çoğu kişi filmi gözleri dolu dolu izlemiş. 
Bende böyle bir etki yaratmasa da izlemeye değer olduğu kanaatindeyim.
Eyvallah.