Bir renk cümbüşüydü hayat, tıpkı bir ressamın paleti gibi. Her fırça darbesinde ayrı bir ton, ayrı bir anlam gizliydi.
Kimi zaman neşeyle parlayan sarılar, umut dolu yeşiller, dingin maviler.
Babam yanımdayken, bu palet hep canlı ve parlaktı.
Onun kahkahası en sıcak sarı, öğütleri en güvenilir maviydi.
Onun varlığı, her rengin en güzel tonunu yansıtıyordu hayatıma.
Sonra o an geldi. Sanki bir fırtına esti ve bütün renkler birbirine karıştı.
O canlı palet, ansızın kapkara bir boşluğa dönüştü.
Babam gitti...
Ve onunla birlikte, hayatımın tüm renkleri de soldu, simsiyah bir örtü serildi üzerime.
Gözümde şimdi koskoca bir mazi canlanıyor.
Otuz dört yıl...
Dile kolay, bir ömür.
O ömür ki, babamın sevgisiyle, rehberliğiyle, varlığıyla yoğrulmuştu.
Her anısı bir renk, her hatırası bir ışıktı o yılların.
Şimdi o ışıklar birer birer sönüyor, renkler kayboluyor.
Sanki bir film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden; ilk adımlarımda elimi tutan o sıcacık eli, okul yıllarımda başarılarımla gurur duyan o parlayan gözleri, zor zamanlarımda sırtımı yasladığım o koca çınarı...
Otuz dört yılım, bir anda silindi sanki.
O dolu dolu yılların hatırası bir sis perdesi ardında kaldı.
Artık o ses yok, o güven veren bakış yok, o her zaman yanımda olduğunu hissettiren varlık yok.
Bir boşluk var içimde, tarif edilemez bir karanlık.
Biliyorum, zamanla bu karanlık biraz olsun dağılacak, belki yeniden ufukta bir renk belirecek.
Ama o ilk renk, o en parlak ton hep eksik kalacak.
Babamın yeri asla dolmayacak.
Şimdi, o simsiyah boşluğun içinde, babamın anılarıyla tutunmaya çalışıyorum.
Onun bıraktığı değerlerle, sevgisiyle yaşamaya devam edeceğim.
Belki bir gün, o karanlığın içinden, babamın da seveceği yeni renkler yeşertebilirim.
Ama biliyorum ki, o ilk paletin canlılığı, o ilk renklerin ışıltısı, babamla birlikte sonsuza dek kalbimde saklı kalacak.