Bir haftadır Ege Bölgesi beşik gibi sallanıyor.
Daha 6 Şubat depremlerinin yaralarını saramamışken deprem ülkesi olduğumuz gerçeği ile tekrar karşı karşıyayız.
Doğa bize bunu her fırsatta hatırlatıyor.
Sürekli bizi uyarıyor.
Dikkatli olun diyor.
 Bir gün yine ansızın geleceğim diyor.
Sonra suçu bana atmayın diyor.
Peki, biz ne yapıyoruz.
Kısır siyasi çekişmelerin gölgesinde kendi mezarımızın içinde yaşıyoruz.
O günün gelmesini bekliyoruz.
Uzmanlar büyük bir depremin Marmara bölgesinde de olacağını söylüyor.
Marmara deyince aklımıza gelen yer İstanbul.
Olası ve yıkıcı bir deprem yaşanırsa İstanbul da ki bu eninden sonunda yaşanacak diğer tüm depremlerden daha felaket sonuçları olacak…
Bir düşünün…
Milyonlarca insan…
Milyonlarca bina…
Kim kimi kurtaracak…
O caddelerden sokaklardan bırakın iş makinelerini cenazeleri alacak araçlar olmayacak.
Ülkenin finans sitemi dahil tüm sistem çökecek.
Bunu biliyorlar.
Bunu engel olmak istiyorlar.
Yıkılması ve yeniden yapılması gereken on binlerce belki de yüzbinlerce bina var.
Vatandaşlar karşı çıkıyor.
Evsin kalacağız diye…
Kanunlar işlemiyor.
Yaptırımlar siyasi nedenlerle rafa kaldırılıyor.
Cesaret edilemiyor.
Oysa görün köy başa gelecek şey o kadar belli ki…
Yarın bir kez daha 6 Şubat depremleri konuşacağız.
Ölenleri anacağız…
Kurtulanlara sabırlar dileceğiz.
Televizyonlar deprem gerçeğinden bahsedecek…
Uzmanlar bir kez daha konuşacak.
Bir kez daha uyaracak.
Dön dolaş aynı…
Sabahına  aynı tas aynı hamam…
Kahroluyor insan…
Çünkü koca bir devletin ve devleti yöneten merkezi ve yerel unsurların nasıl deve kuşu gibi kafalarını toprağın içine nasıl gömdüğünü görüyoruz.
Yok mu peki hiç çalışma ve önlem…
Olmaz olur mu?
Ama yeterli!
Nasıl olsun…
Mızrak kılıfı sığmayacak kadar büyük…
Herkes biliyor…
Herkes görüyor…
Çaresi yokmuş gibi bekliyor…