Gönül penceremden yansıyan akisleri bulabileceğiniz, bu haftaki yazımda da kendime ait özlü sözlere yer veriyorum.
Suskunluğum asaletimden falan değil, şüphesiz dehşetli bir günün varlığından.
Yorgun ve solgun Şarkışla otogarında son bulan bir yolculuktu ömür dediğin. Sade bir salkım söğüt ağladı ardından...
Ben şimdi senin, bir yaşanmışlığın ardındaki izleri arayışını gözlerimden nasıl sileceğim be adam?
Aynalıda, cumartesi sabahında... Ben bir adam tanıdım.
Vakti gelen gider demiştim. Çoğu gitti. Zarif adam da gitti. "Herkes gider de o gitmez" denilenler bile gitti. Yine söylüyorum, vakti gelen gider…
Her gün bir öncekine hasret, her yeni gün yeni bir sürgün. Çayın bile eski tadı yok...
Ölüm korkmalı senden, öylesine hayat yaşamalı.
"Yalnızlık paylaşılmaz" derdi, Özdemir Bey. Oysa benim ağaçlarım var, kitaplarım... Pencerem var benim, kuşlarım...
Aklıma geldikçe ağlayasım gelir.
İlk Müslümanlar neden Necaşi'ye sığındı. ADALET… Halbuki o bir Müslüman değildi.
Ne çok kaybetmişiz ne çok kırılmışız. Hep acıyı, kederi, yalnızlığı, kaybedişleri konuşuyor ve yazıyoruz. Oysa baharlar var, umutlar var, ağaçlar, kuşlar hatta kaldırımlar bile var. Mesela kuşlar size yalan söylemez, ağaçlar terk edip gitmez, kaldırımlar size kızmaz. Samimidir onlar...
Benim hayallerimdeki arabanın kornası bile yok.
Gebe kalmış nasibimiz doğacağı güne ta ezelden.
Dolu dizgin koşmayı bırakıp anlamak, anlamlandırmak gerek.
Ne diyordu o büyük arif: "Nasibime kimsenin sahip olamayacağını anladım ve telaş etmeyi bıraktım." Nasibi bulmaya Nuh'un ömrü yetmez de kelebeğin ömrü yeter.
Ve bir gün son kez ufka baktığında, bilmeyeceksin...
Ruhumuzu doyurmak gibi bir endişemiz yok. Bu yüzden büyük çoğunluğumuz hayatından memnuniyetsiz.
Ey ruhları çarmıha geren asır; benden alabileceğin tek şey kokuşacak şu tendir.
Gözle bakarsan gerçeği görürsün, bilinçle, irfanla bakarsan hakikati...w
“İnanmış on kişi verin bana Ağrı Dağı’nın yerini değiştireyim.” Bunu yazdıktan sonra pek çoğu Ağrı Dağı’nın yerinin değiştirilebilirliğinin gerçek dışı olduğu ile ilgilenirken inanmış on kişiyle ilgilenmedi. Onlara imkânsız görünen şeyin altında yatan neden aslında yine kendileriydi.
Örneğin denizi ortadan ikiye bölmek imkânsız gibi görünse de Musa'nın inancı kadar imkân dahilindeydi. Ben bunları düşündüğüm sırada okuduğum şu söz çok manidardı. “Sana hiçbir hayal verilmemiştir ki, onu gerçekleştirme gücü senden esirgenmiş olsun.”
Nasibi Çin'e, Yemen'e koyan Allah'ın, onu sana getirecek yolundan mı şüphen var?
Açık kaynak öğreniminde bir karga sizin öğretmeniniz olabilir.
Eğer uçmayı istersen, kendini boşluğa bırakmayı göze almalısın ve kanatlarından şüphe etmeden.
"Senden hiç incinmedim" dedi. Yine de gitti...
Bir kalp, bir beyin. Oysa ki ne kadar zenginiz…
Zorlasak ta kaderin sınırlarını, boynumuz eğik durur hep önünde.
Doğu bitmek bilmeyen siestasında, Batı'da surun sesi.
Bir bin yıllık ateşe benzemez içimdeki yangını, söylesene hangi umman söndürecek?
Yeniden yayılır bir çağın muştusu Pazartesi'den. Bu aksak devran hep böyle gider mi sandın.
Merak ediyorum. Ben de senin aklına geldim mi ansızın?
Bir Arif-i Billah bulamadım, bendesi olmaya.
Unutmak zorunda bırakıldığım her bir papatyalı hatıramın ahı üzerinde.
Yoldan sapılmaz. Yol; yürüdüğü yol, yürüdüğünüz yola denk olanla yürünür.
Eğer çocuklar öldürülüyorsa bilin ki bir Musa gelmesi yakındır. Bu korku size yeter. Saltanatınızın yerle bir olacağı, boğulacağınız günü bekleyin!
NARİN bir bedenin atıldığı yerde, insanlığın en aşağılık seviyesine ulaşıldı.
Bastırılmayan, tepki gösterilmeyen her zulüm tekrarlanır.
Suyumuzu kuruttular, bari kıyımıza dokunmayın...
Bir omuza bir baş, eğilmiyorsa yaratanın önünde, olsa olsa yüktür.
Kare kare akıyordu yaşam denilen şey; sonsuz sayfalı fotoğraf albümünün bize ayrılan kısmına bakar gibi…